24 Eylül 2015 Perşembe

SÖYLEŞİ: GREN Kültür-Sanat-Eğitim Dergisi, Eylül 2004



Prof. Barbaros GÜRSEL (Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölüm Başkanı)
1950 yılında doğdu. İlk ve orta öğretimini Adapazarı’nda yaptı. İlk fotoğraf derslerini 1963’te babası Hüsnü Gürsel’den aldı. Grup-2 adlı fotoğraf grubunu kurdu. AFAK (Adapazarı Fotoğraf Amatörleri Kulübü) üyesi oldu. Amatör olarak sinema ile uğraştı. 1973’te Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Grafik Sanatlar Bölümü’nü Fotoğraf Seçmeli olarak bitirdi. Tanıtım fotoğrafçılığı yaptı. Yurtiçi ve yurtdışında ödüller aldı, sergiler açtı, seçici kurullar ve bilirkişiliklerde görev aldı. Babası ile birlikte, kardeşi Fatih Gürsel’I fotoğraf dünyasına kazandırdı. 1975’te M. Vehbi Yazgan ve Güler Ertan’ın asistanlığı ile başlayan eğitimciliğine, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Prof. Güler Ertan ve Prof. Kemal Şen ile 1994’te kurduğu Fotoğraf Bölümü’nde devam etmektedir.
Fotoğraf görüşü: Fotoğrafın siyah-beyaz ve renkli dünyalarını ayrı ayrı yaşayan, salt kendi teknikleri içinde güzel olan her görüntüye açık, kendisini sınırlamayan, tüm tarzlardan tat alan bir sanat anlayışına sahiptir.


Fotoğraf dünyasında “Adapazarlı” bir akademisyen
BARBAROS GÜRSEL


Gürsel Ailesi fotoğraf serüvenine Sayın Hüsnü Gürsel’in amatör-sanatsal çabalarıyla başlamıştı. Daha sonra oğulları Barbaros ve Fatih Gürsel’in de katılımıyla sanatsal, profesyonel ve akademik alanlarda son derece girişimci ve yararlı oldu. Adapazarı’nın ve Türkiye’nin fotoğraf sanatındaki gelişimine bugün de katkılarını sürdürüyor. Bu sayımızın konuğu, ailenin aynı zamanda akademisyen olan üyesi Sayın Barbaros Gürsel…

T.A. : Sayın Gürsel, Adapazarı’nda fotoğraf sanatının gelişim sürecini yakından izlemiş bir insan olarak; bugünkü durumu, “Grup 5”, “Grup 2” ve ADAPAZARI FOTOĞRAF AMATÖRLERİ KULÜBÜ (AFAK) dönemleriyle karşılaştırır mısınız?

B.G. : Sayın Açıkel, “Grup 5” dönemi, Türk fotoğrafında Adapazarı’nın altın çağı ile, çok ileri düzeyde beş ustanın hatta sonradan bu oluşuma katılan, İzmit’li bir ustanın ( Cemal Turgay ) bir araya gelmesiyle Türkiye’nin sanat merkezi İstanbul’a karşı ağırlıklarını koymaları kendilerini duyurmalarıdır. “Grup 2” ise, bu ustalarımızı örnek alarak onlar gibi olmak isteği ile yola çıkmış biz gençlerin kurduğu bir gruptu. “Afak” dönemi, bu iki grubun birleşimi ile oluşmuş gençlerden fotoğraf ile ilgilenmeye devam edenlerin de etkinliklere, üretime katkıları ile dernek kapanana kadar bir amatör fotoğraf kulübü (derneği) olarak devam etmiştir. Üyelerin bir kısmının İstanbul’a yerleşimi sonucu bugünkü duruma gelinmiş, şehirde, başta kardeşim Fatih’in öncülüğünde Servet Sezgin ve babam Hüsnü Gürsel’in desteğinde fotoğraf severler tekrar bir araya gelerek sürdürmüşlerdir. Gönlüm “Afak”ın yeniden canlandırılmasından yanadır. Bugünkü durumu, dönemler ile karşılaştıracak olursak; bugün “Grup 5”in “Altın çağı”nı yakalayamamıştır. Yalnız “Grup 2”den daha iyi durumdadır. Fotoğrafın eski dönemlerine göre geniş kitlelere yayılmış olması sevindiricidir. Ne yazık ki, bireysel başarı sayısı azdır. “Afak” döneminin yakalanabilmesi için çok daha ciddi bir üretim temposu ile çalışmak gerekmektedir. Gelecek gençlerindir.

T.A. : Onar Kutlar, Ara Güler’in kültürel birikiminin fotoğraflarına katkısından söz ederken; “Fotoğraf, ondaki bu aysberg gibi büyük ve görünmeyen bilginin yalnızca bize yansıyan yüzüdür” diyor. Fotoğraf bölümü öğrencileri bu bilinçle yetişiyorlar mı?

B.G. : Evet, Fotoğraf Bölümü öğrencilerine de bu bilinci verecek olan kültür dersleri, Temel Eğitim Bölümümüzün verdiği Sanat Tarihi ve digger seçmeli dersler ile desteklenmektedir. Kültürel birikimin önemi vurgulanmaktadır. Öğrencilerimizin kültür düzeylerinin en uç noktaya çıkarılması için öğrenciler tüm öğretim elemanlarımız tarafından yönlendirilmektedir, gerisi bireyin kendi çabasına kalmıştır.

T.A. : Sanatseverlerin katkılarıyla bir fotoğraf müzesi oluşturulabilir mi? Yani, sanat değeri olan bir fotoğrafı alıp evine götürmek yerine, müzeye alımına katkıda bulunmak fikri desteklenir mi sizce?


B.G. : Sorunuza yanıtım; sanatseverlerin katkıları ile bir fotoğraf müzesi oluşturulabilir. Sonrasında ise; sanat ya da fotoğraf koleksiyoneri, yapıtı kendisine almak isteyecektir, müzeye bırakmayacaktır. Buna karşılık müzenin politikası ise yapıtı müzeye almak, koleksiyonere bırakmamaktır. Keşke sizin söylediğiniz idealist sanatseverler olsa... Bu arada şunu da belirteyim; müze ve fotoğraflar çok özel ve bilimsel olarak yapılmalı ve korunmalıdır.

T.A. : Dijital fotoğraf, doğrudan fotoğrafın varamayacağı güzellikler aramak mıdır bir bakıma? Bilgisayar ile sanatçı arasındaki karşılıklı imge alışverişinin, sunduğu sonsuz seçeneklerle, fotoğrafı sanata daha çok yaklaştırdığı söylenebilir mi?

B.G. : Dijital fotoğraf, teknolojik olarak dijital yöntem kullanılarak elde edilmiş fotoğraftır. Müdahaleli dijital fotoğraf kastediliyorsa, resim sanatındaki "gerçeküstü" akım benzeri görüntülerin, daha önce kimyasal yöntem ile yapılan siyah-beyaz fotoğraflardan daha kolay bir yöntem ile bilgisayar ortamında yapılmasını sağlar. İsteyen Jerry Ullsman'ın karanlıkodada 8 agrandizör ile yaptığını, bilgisayarda 8 katman (layer) kullanarak, isterse renklisini de yapabilir. Böyle bir olanak açıyor sadece... Ayrıca dijital fotoğrafta sanatsal etik (ahlak) çok dikkat edilmesi gereken bir konudur bence...

T.A. : Resim imgeleri saptama işlevini, günümüzden yüz altmış yıl kadar önce, fotoğrafa teslim etti. Resimde yeni akımlar geliştikçe her şey, ışığa, renge, desene indirgendi. Belgesel fotoğraf çekenler çok önemli bir sorumluluğu yerine getiriyorlar aslında: Dünyanın görsel tarihini yazmak! Ara Güler, "bu o kadar önemli bir şeydir ki" diyor; "sanat olsa ne olur, olmasa ne olur?" Siz fotoğrafın bu işlevine mi, yoksa sanat yönüne mi daha çok önem veriyorsunuz?

B.G. : Belgesel fotoğraf, fotoğraf sanatının temelidir. Sayın Ara Güler de görsel tarihi yazarken stüdyodaki portreleri, kurgulanmış fotoğrafları, belgesel yaklaşımları dahil, fotoğraf sanatının tüm unsurlarını kullanmış bir ustadır. Ben ise antrenmanlarımı belgesel, mimari tarzda yapıp da fotoğrafın her türüne açık, onları deneyen bir yapıya sahibim.

T.A. : Hiç durmadan gelişen teknoloji evreninde, maddi olanaksızlıklarla baş etmek zorunda olan yetenekli ve idealist gençlerin sanat fotoğrafı üretme çabaları ne derece sonuç verebilir? Belgesel fotoğrafta ise teknolojik gelişmelere ayak uydurma zorunluluğu yok; iyi bir fotoğraf makinesi işlerini görür. Bu sayede, hem kendi toplumuna yabancılaşmaz, onunla etkileşime girerek yakınlaşır, hem de kendi insanının görsel tarihine ciddi katkıları olur. Siz öğretim üyeliğinizle gençlere çok yakınsınız; yarışmalarda da jüri üyeliği görevi üstleniyorsunuz. Yarışmalarda bu kategoriye ağırlık vermek fikri, bizim gibi gelişmekte olan bir ülke için daha uygun değil mi? Bu konuda düşüncülerinizi merak ediyorum.

B.G. : Sayın Açıkel, yetenekli ve idealist gençlerin üretimleri, maddi olanaksızlıklara rağmen devam eder, onlara bir hami, bir sponsor bulunabilir. Toplum böyle gençleri desteklemelidir. Bölümümüzde de bazı öğrencilerimize karşılıksız burs olanağı vermiş olan değerli büyüğüm İbrahim Zaman'ı saygı ile anarım. Sorunuzda sanat fotoğrafı ile belgesel fotoğraf terimleri iki zıt terim gibi anlaşılıyor, bence bu yanlış. Belgesel fotoğraf terimi olsa olsa deneysel fotoğraf teriminin karşıtı olabilir, ama hepsi fotoğraf sanatının ve sanat fotoğrafının içindedir. En iyi fotoğraf "en iyi makine"den çıkar, en lezzetli yemek "en iyi tencere"den çıkar anlayışı yanlıştır. Yarışmalarda görev yaparken, öncelikle konuya uygunluğu olan, yapılışı zor bir belgesel yaklaşım favorimdir. Işığı ile, kompozisyonu ile, rengi ile, tonları ile...

T.A. : Sayın Gürsel, konuğumuz olduğunuz için teşekkür ederiz.


Söyleşi: Tamay AÇIKEL
Kapak fotoğrafı: Barbaros GÜRSEL
Kaynak: GREN Kültür-Sanat-Eğitim Dergisi, Sayı:16, Eylül-Ekim 2004
© GREN Kültür-Sanat-Eğitim Dergisi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder