18 Haziran 2015 Perşembe

TÜRK FOTOĞRAFI'NDA 1960 SONRASI - BARBAROS GÜRSEL




BARBAROS GÜRSEL

1950 yılında doğdu. İlk ve orta öğrenimini Adapazarı’nda tamamladı. İlk fotoğraf derslerini, 1963’te babası Hüsnü Gürsel’den aldı. Grup-2 adlı fotoğraf grubunu kurdu. AFAK (Adapazarı Fotoğraf Amatörleri Kulübü) üyesi oldu. Amatör olarak sinema ile uğraştı. 1973’te Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu, Grafik Sanatları Bölümü’nü Fotoğraf Seçmeli olarak bitirdi. Tanıtım fotoğrafçılığı yaptı. Yurt içi ve yurt dışında ödüller aldı, sergiler açtı, seçici kurullar ve bilirkişiliklerde görev aldı. Babası ile birlikte, kardeşi Fatih Gürsel’I fotoğraf dünyasına kazandırdı. 1975’te M. Vehbi Yazgan ve Güler Ertan’ın asistanlığı ile başlayan eğitimciliğine, Marmara Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Prof. Güler Ertan ve Prof. Kemal Şen ile 1994’te kurduğu Fotoğraf Bölümü’nde Bölüm Başkanı olarak devam etmektedir.


“Fotograf çekmek, deklanşöre basmak değil, basana kadar tüm teorik ve estetik bilgilerin, çok kısa sürede beyinden, gözden geçirilmesi ve uygulanması da onandıktan sonra deklanşöre basılmasıdır.”

Fotografta Güzelliğin Sırları Keşfedilmeli ve Kullanılmalıdır
Fotografçı, yaşadığı süreç içinde doğal ve yapay ışıkları kullanarak görüntü elde eden kişidir. Evrende sonsuz sayıda nokta bulunduğuna göre, her konu için objektifin bulunduğu nokta ve ışık kaynağının bulunduğu noktaların önemi büyüktür. Fotografçı, konunun ya da nesnenin en sanatsal ışığı almış olmasına ya da verilmiş olmasına dikkat ederek ışığını irdeler. Işık doğru ise, “an” da doğru ise, pozlandırma da doğru ise, kompozisyon da doğru ise deklanşöre basar. Diğer bir anlatım ile fotograf çekmek deklanşöre basmak değil, basana kadar tüm teorik ve estetik bilgilerin, çok kısa sürede beyinden, gözden geçirilmesi ve uygulanması da onandıktan sonra deklanşöre basılmasıdır. Durağan konuların çalışılması bu nedenle daha kolaydır. Hareketli konularda ise “an,” önceki ya da sonraki uç noktalarda dondurulmaya çalışılır. Konu iki boyuta inerken, fotografta diğer boyutların kaybedilmemesi için çaba gösterilir.

Her konunun, her nesnenin mutlaka en güzel, en doğru bir çekim açısı ve en güzel, en doğru bir aydınlanması/aydınlatılması vardır; bu inatla çalışılmalıdır. Çok fotograf görmek ve bunları irdelemek, denemeler yapmak, görsel eğitim kazandırır.

Fotograf bir “ayıklama” sanatıdır. Nasıl pilav yapmadan once pirinçten taşlar ayıklanırsa (yoksa dişiniz kırılır), kompozisyonda da gözümüzü kıracak şeyler, kadraj (çerçeveleme) dışında bırakılır. Tanıtım ya da kurgu fotograflardaysa, resimde olduğu gibi “toplama” yöntemi ile nesneler bir araya getirilir.

Fotograf makineleri net görüntü dairesi içinden kare ya da bir diğeri dikdörtgen çalışmamıza olanak sağlarlar. Kare her kenarı eşit bir dikdörtgendir. Dikdörtgen ise karşılıklı iki kenarı uzun bir “kare”dir. Kare, her kenarı eşit olduğu için monotondur. Hapishanenin bahçesi bile bir kare ise volta atarken canımız sıkılır, her tarafı aynı sayıda adımlarsınız. Dikdörtgende ise canınınz sıkılmaz; bir taraf kısa, digger taraf daha çok adım, monotonluk bozulmuştur. Dikdörtgen boş bir çerçeve bile kişiyi rahatlatır. Bu nedenle kare kompozisyonda monotonluğu bozmak ustalık ister. Kare kompozisyonu halleden, dikdörtgen kompozisyonu daha kolay oluşturur. Bir de karenin diki, yatayı yoktur. Buna karşılık dikdörtgenin yatay ve dikey kompozisyonları çalışılmaktadır.

Bazı fotoğrafçılar, gözlerimiz yatay bir düzlem içinde olduğu için yalnız yatay dikdörtgen kompozisyonlar çalışıyorlar. Böyle bir sınırlama yanlıştır; konu, makinemizin dikey ya da yatay duruşunu belirler. Gözlerimiz yatay bir düzlemde bulunmakla beraber (ki bu, nesneleri üç boyutlu olarak algılamamız içindir), fotoğraf çekerken bir gözümüzü kapatmıyor muyuz? Kafamızın objektifini “tek”e indirmiyor muyuz? Zaten ikisi ile birlikte yapmaya kalksaydık, paralaks hatası yapardık herhalde!

Gözümüzün soldan sağa, okuma alışkanlığından, bir hareketi vardır. Araplarda sağdan sola, Çinlilerde yukarıdan aşağıya doğrudur bu. Bu okuma alışkanlığımız nedeniyle kompozisyonun sağ-alt köşesini en son görürüz, buluruz. Bir diğer gizli öğe de nesnelerin bakış yönü, başka bir anlatımla hareketli konunun hareket yönü, vektörüdür. Hareketin yönünün, farklı yönde okuma alışkanlığı olan insanlarda farklı etkileri görülür. Örneğin burnu sola doğru olan yandan bir otomobil fotografı bize göre daha çarpıcı, tersi daha yumuşak bir etki yapar. Çünkü gözümüzün vektörü ile otomobilin vektörü hemen çarpışır. Vektörler aynı yönde olursa bizim vektörümüz arabanınkine arkadan yaklaşarak yetiştiği için yumuşak bir seyir izler.

Bu ve bunun gibi gizli bilgiler düşünülerek ve benimsenerek digger zengin ton, siyah-beyazı, rengi ve anlatım sadeliği içinde ana iskeleti sağlam bir kompozisyon oluşturulmalıdır. Seyredenin gözünü (kare ya da dikdörtgen) işimizde ne kadar çok gezdirtiyorsak o kadar başarılıyız, ona çok baktırıyoruz demektir.

Güzel şey kendisine çok baktırır. Fotografın her türünü çok seviyor olmak ve at gözlüğü takmadan her türünden güzel örnekler veriyor olmak önemlidir benim için. Ha, unutmadan söyleyeyim, benim “kare”lerden sonraki çalışmalarımın yüzde yetmişi dikey kompozisyondur.

Babamın bizzat fotograf sanatı ile uğraşması ve beni gençliğe geçişimde güzel şeylere yönlendirme adına fotograf makinesi ile tanıştırması, babamın farklı açılardan, sağlam kompozisyonları ve ışığı en doğru ve etkili kullanış biçimi ile konuyu anlatımı, beni “görüntüsever” yapmıştır. Akıp giden zaman içinden tek kareye indirgenmiş “an” beni “görüntü tutkunu” yapmıştır.

Güzel ülkemde Fotoğraf Bölümü’nün kurucularından biri olmam sevinci ile saygılar.


Kaynak: “Türk Fotografı’nda 1960 Sonrası” – Prof. Güler Ertan, Bileşim Yayınevi, 2005. ISBN: 975-271-113-8
© Bileşim Yayıncılık A.Ş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder